Kamil Akdik
Hattatlar - Hattat Kamil Akdik - Hattat Kamil Akdik Eserleri Alanlar - Hattat Kamil Akdik ve Eserler - Hat Levha ve El Yazması Kuran Alan Yerler
Kamil Akdik 1861'de İstanbul'da doğdu. Sami Efendi'den sülüs ve nesih hattı öğrenip icazet aidi. 1909'da Nişan-ı Hümayun Kalemi mümeyyizliği ve hat hocalığı yaptı 1914'te Medrese't-ül Hattatin sülüs ve nesin hocalığını, 1918'de Galatasaray Sultanîsi'nin rik'a hocalığını üstlendi. Sultan V. Mehmed Reşad tarafından "Reis-ül Hattatıyn" unvanıyla ödüllendirildi. 1940'da Prens Tevfik Paşa'nın Kahire’de yaptırdığı caminin kubbe ve kuşak yazılarını yazdı. 1941'de vefat etti.
Ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda eserleri ile hat tarihimize imzasını koymuş bir büyük hat sanatkârı da Hacı Ahmed Kâmil Akdik'dir.
26 Cemâdelûlâ 1278 (29 Kasım 1861) günü Fındıklı'da, bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi'nin (eski Devlet Güzel Sanatlar Akademisi) tam karşısında, sonradan yanan küçük bir evde Tersane başkâtibi Hacı Süleyman Efendi'nin oğlu olarak doğan istikbâlin bu büyük sanatkârına, kader ne kadar hoş bir oyun hazırlamıştı, bakınız: Aradan seneler geçecek ve o, ömrünün son beş yılını, hüsn-i hat hocası olarak sürdüreceği Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde verdiği latif eserlerle sanat dünyamıza her gün yeniden doğacaktı!
Birkaç yıl sonra Fâtih'e taşındıkları için, küçük Ahmed ilk tahsilini Zeyrek'de Sâliha Sultan Sıbyan Mektebi'nde sürdürürken, oranın yazı hocası Hacı Süleyman Efendi'den hüsn-i hat öğrenmeğe başladı. İsminden başka, hayâtı hakkında bir şey bilmediğimiz bu zât, onun kalbinde yazı sanatına olan alâkayı artırdı. Zâten, eski hattatlarımız içinde ibtidaî mekteplerin meşk hocalarını ayrı mütâlâa etmek lâzım gelir. Zîra onların sanat kıymetini hâiz eserleri hemen hemen yok gibidir; hatta sanat güçleri de çok değildir. Ancak, tâlim (öğretme) kabiliyetine mâlik bulunduklarından, yazı hususunda talebenin elinin alışmasına fazlasıyla yardımcı olurlar; istidat sahiplerine ilerde büyük bir hat hocasından meşk almak imkânını hazırlarlar.
Fatih Rüşdiyesi'ni bitirip (1877), Dâhiliye Muhâsebesi'ne memuriyetle girdiğinde (1881), genç hattat namzedimiz -kalem efendilerinin mahlas kullanmaları teamülünden dolayı- asıl ismi olan Ahmed'in yanma Kâmil mahlasını aldı. Bu sırada meşhur hattat Sami Efendi'ye (1253/1838 - 1330/1912) devama başladı. Ahmed Kâmil Efendi, yazıda ilk hocasının attığı temeller üstüne, bu yeni ve benzersiz üstadının kâşaneler kurmasını derin bir dikkat ve alaka içinde takip ediyordu. Dört seneyi aşkın bir devamlı çalışmanın sonunda, 23 yaşındaki hattatımız bir hilye-i saadet yazarak, hocasından sülüs-nesih hatları için icazetname aldı. Bu icazetnameyi, usûlü veçhile devrin sayılılarından Hattat Şevki Efendi de tasdîk etti. 1301/1884 tarihli olan bu levha, hâlen Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi - G.Y. 325 numaralı yazı albümünde mahfuzdur.
Memuriyeti 1894'de Dîvân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi'ne nakledilen Ahmed Kâmil Efendi, orada Kâmil mahlasını -hocası Sami Efendi'nin arzusuyla- Hâşim'e çevirdi. Bu devrine ait (1303-1307 hicrî yılları) Ahmed Hâşim imzalı yazılarına rastlanır. Sonra tekrar eski mahlasına dönen sanatkârımız, artık yazılarında Ahmed Kâmil veya Kâmil imzalarını kullanmağa başlamıştır.
Dîvân-ı Hümâyûn'a girdikten sonra bu dâirede kullanılması şart olan tuğra, dîvânî ve celî dîvânî yazılarını da üstadından öğrenen hattatımız, ertesi yıl aynı kalemin nâmenüvîsliğine (Babıali'de Osmanlı hükümdarlarının, yabancı devlet başkanlarına, Kırım Hanlarına ve Mekke Kenti şeriflerine yazdıkları mektupları yazmakla görevli kimse) getirildi (1895). Bu işle vazifeli olan kimse, muâhedenâmeden menşura, berâta kadar bütün resmî yazıları hazırlardı.
1327/1909'da üstadı Sami Efendi'nin Nişân-ı Hümâyûn Kalemi mümeyyizliğinden ve Hutût-ı Mütenevvia muallimliğinden emekliye ayrılması üzerine, bu vazifeye nâmenüvîslik de uhdesinde kalmak kaydıyla Kâmil Efendi tâyin edildi.
Kendisi icazetname alışından itibaren gerek Fatih'in Gelenbevi semtindeki evinde, gerekse resmi vazifesi icabı Dîvân-ı Hümâyûn'da hüsn-i hat öğretmeğe başladı. Eski Türk sanatlarının ihyâsı maksadıyla 1333/1915'de açılan Medresetü'l-Hattâtîn'e sülüs-nesih yazıları için muallim tâyîn edilen Kâmil Efendi 1337/1918'den sonra, Galatasaray Sultanîsi'nin de rik'a hocası oldu. Millî Hükümet'in teşkiliyle (1922) lağvedilen Babıâli'den emekliye ayrılan hattatımız, medreselerin kapatılmasından sonra Hattat Mektebi (1925) ismini alan hattatlar medresesindeki vazifesine devam etti. Yetiştirdiği birçok talebe arasında en önde geleni Halim Özyazıcı (1315/1898-1384/1964) olmuştur. Yeni harflerin kabulünde faaliyetine ara verip 1929'da Şark Tezyînî Sanatlar Mektebi ismiyle tekrar açılan bu müessesede yazı öğretilmediği için, buranın müdürlüğüne getirildi. Nihayet bu mektep de 1936 ders yılında Türk Tezyînî Sanatları Şubesi olarak Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ne bağlanınca, burada hüsn-i hat öğretilmesine tekrar müsâade verildi. Kâmil Akdik, vefatına kadar sanat hayatının en velut ve mütekâmil devresini D.G.S.A.'de yaşamıştır.
Biri 1351/1933'de, diğeri 1358/1940'da olmak üzere, Prens Mehmed Ali Paşa'nm davetiyle Mısır'a giden Akdik, bu ülkeye aşağıda anılacak birçok sanat eseri kazandırdı. Prens'in Nil nehri üzerinde bulunan Ravza adasını karaya bağlayarak yaptırdığı Menyel Kasrı'ndaki hat müzesini, İbnülemin Mahmud Kemâl İnal (1870-1957) ile birlikte ikinci gidişinde tanzim ve tertip etti.
1941 yılı Temmuzunun 24'üncü gecesi (29 Cemâziyelâhir 1360), seksen yaşındayken Fâtih'deki evinde vefat eden hattatımız, ertesi gün Eyüpsultan sırtlarındaki Gümüşsüyü kabristanına defnolundu. Kabir kitabesini celî sülüsle oğlu ressam Şeref Akdik (1899-1972) yazmıştır.
Kâmil Efendi, 1333/1915'den sonra Reîsü'l-Hattâtîn unvanıyla anılmağa başladı. Neydi bu Reîsül-Hattâtînlik, ondan da bahsedelim: Eskiden beri, yaşayan hattatların içinde kıdemi ve dirayeti ile ön sırayı işgal eden hangisi ise, onun hakkında "Hattatların Reisi" mânâsına gelen bu tâbîr kullanılırdı. Tarihte resmen tevcih olunup olunmadığı ve ilk defa ne zaman ihdas edildiği hususunda şimdiye kadar bir vesikaya rastlamadık. Bugünkü bilgilerimize göre, hattatlar arasında hürmet nişanesi olarak kurulan bir töredir. Sultan II. Abdülhamîd devrinde (1876-1909) resmen Reîsü'l-Hattâtîn seçilen Muhsinzâde Abdullah Bey'in (1248/1832-1317/1899) vefatıyla anılan makam boş kalınca, Sultan Reşad'ın (saltanatı: 1909-1918) arzusu üzerine, eskiden bu unvan sahiplerine verilmekte olan beş yüz kuruş aylığı ile 10 Şevval 1333'de (10 Şubat 1915) Hacı Kâmil Efendi'ye tevcih olundu. Elde mevcut bu yegâne reîsü'l-hattâtînlik vesikası, vâkî ricamız üzerine Kâmil Efendi'nin oğlu Şeref Bey tarafından 1971 yılında Topkapı Sarayı Müzesi'ne hediye edilmiştir.
Bir hat sanatkârı için en mühim iki uzuv gözler ve ellerdir. İşte Kâmil Akdik, perhizkâr geçen bir hayatın mükâfatı olarak, ömrünün sonlarında bile ellerinin titremesi veya görme zorluğu gibi bir sıkıntı çekmeden güzîde eserler bırakmıştır. Nitekim burada bahse konu olan Mevlid-i Şerîf de hattatımızın 70. yaşının mahsûlüdür. Resmî vazifesinde, Dîvân-ı Hümâyûn teşrifatına göre dîvânî, celî dîvânî veya rik'a ile yazdığı menşur, berât, muâhedenâme, tasdikname, mektup gibi resmî evraktan başka, hüsn-i hat muallimi olarak hazırladığı yazı meşkleri pek çoktur. Sülüs-nesih kıt'aları, hilye-i saadetleri, murakkaaları, yazdığı tek Kur'ân-ı Kerîm'den başka bâzı sûre veya cüz'ler (En'âm, Amme, Yâsîn ...) ve celî sülüsle levhaları meraklılarınca revaçta olup, bunlara müze ve husûsi koleksiyonlarda rastlanmaktadır.
Altmış seneden fazla süren bir sanat hayâtı olan Akdik'e son zamanlarında hiç dinlenip dinlenmediği sorulduğunda verdiği cevâba bakınız: "Evlâdım, bunu bana bizim hanım da söylerdi. Elimden gelse uykumda da yazacağım. Bu yazının âşıkıyım. Azrail, Allah'ın bende olan emânetini almağa geldiği zaman, elimde şu kamış kalemi bulsa, bütün bir fânî ömrün veremediği manevî ve ilâhî zevki tadarım!". Hastalığı sırasında da: "Öleceğime gam yemiyorum, lakin şu yazıyı öğrenemeden gidiyorum!" diyen merhumun bu beyânı, onun mahviyetkârlığı kadar, hadimi bulunduğu sanatın da nihâyetsizliğini ömrü boyunca idrâk edişinden doğmuş olmalıdır.
En fazla hoşlandığı yazı nevileri olan sülüs-nesihle bizlere üstâdâne hat örnekleri bırakan Kâmil Efendi'nin -Sami Efendi mertebesine erişememekle beraber- celi sülüsle yazdığı yeri sabit eserlerine gelince: Fâtih Camii hazîresinde hocası Sami Efendi'nin ve hanımının, ayrıca Ahmed Midhat Efendi'nin; Maçka mezarlığında da Şeyh Cemâleddin Afgânî'nin kabir kitabeleri ve Topkapı Sarayı'ndaki (Seferli koğuşu, Akağalar mescidi) taşa mahkûk iki bina kitabesi ilk akla gelenlerdir. Abdülhak Hâmid'in "Türbe-i Fâtih'i Ziyaret" manzumesi de Kâmil Efendi'ye tokça sülüsle levha olarak yazdırılıp Hâmid'e de imzalatıldıktan sonra 1916'da merasimle Fâtih'in türbesine konulmuştur.
Akdik sipariş üzerine Kâhire'de, Prens Mehmed Ali'nin yaptırdığı Menyel Kasrı'ndaki cami ve türbenin, ayrıca Mahmud Muhtar Paşa ve Hıdiv İsmail Paşa ailesi türbelerinin celilerini de yazmıştır.
Eski hat üstadlarının eserlerini toplamağa çok meraklı olan sanatkârımızın, Sami Efendi'den sonra, "ikinci hoca ve mektep" saydığı bu koleksiyonu, vefatını müteakip, Topkapı Sarayı Müzesi'ne -o tarihte on yedi bin liraya- alınmıştır. Merhumun topladıkları arasında, Yâkûtü'l-Musta'sımî'den (ö. 698/1298) bu yana yetişen üstâdların eserlerinden başka, Sami Efendi'nin celi sülüste devrin hattatlarına rehberlik eden Yenicami Sebili kitabesi kalıpları da mevcuttur.
Beğendiği yazıları evinde geceleri uzun uzun tetkik ederek görgüsünü artırmaktan hoşlanan merhum, bu merakını şu nükteyle îzâh ediyor: "Yazının zevkine varmak için, ben onunla yatmalıyım!".
Nur içinde yatsın Reisü'l-Hattâtînimiz...
Kaynak: Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n Necât (Mevlid) adlı tıpkıbasım eseri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2008, Hazırlayanlar: Mehmet Akkuş, Uğur Derman.